Toplumun eğitim düzeyi yükseldikçe engellilik algısı nasıl değişiyor?

Toplumun eğitim düzeyi yükseldikçe, engellilerin toplumda algılanışı daha mı olumlu oluyor, yoksa eğitim düzeyinin değişmesiyle birlikte sadece engellilerin soyutlanma biçimlerinde mi bir değişim meydana geliyor? Bunun cevabını, aşağıda kısaca yanıtlamaya çalışacağım.

Eğitimin, sorumluluk sahibi insanlar yarattığı tezine bu araştırmada şüpheyle yaklaşıldı. Daha ziyade eğitimöin sorumluluk sahibi insan yaratmada kullanılabilecek araçlardan biri olabileceği ama yeterli gelemeyeceği tezinden hareket edildi. 

Engelliliğin algılanışı ve engelliliği algılayan bireyin eğitim düzeyi arasında ilişki bulunduğu, bu ilişkinin engellilerin lehine olması gerekmediği fikrinden hareket edilerek, engellilerin yaşam koşullarındaki değişimler için toplumsal eğitim düzeyinin yükselmesine paralel olarak, engellilik konusunda bilinçlenmenin de gerekli olduğu görüşünden hareket edildi. Bu görüşten hareket edilmesinin basit ama geçerli bir sebebi vardır: Toplumda kabul görmek, statü sahibi olmak ya da reddedilmek , ilgili sosyal grubun dışında olanlar için fazla bir anlam ifade etmeyen kavramlar (Şerif ve Şerif, 1996). Yani engelsizler grubunda yer alanların, engellilere bakışı, bir engellinin bakışından farklı olacaktır.

Batı ülkelerinde 19.yüzyılın sonlarında başlayan, daha sonraki dönemlerde ülkemizde de benimsenen “sağlıklı insan ve sağlıklı toplum” hedefi, engelliliğin hala “tıbbi bir problem” olarak görülmesinin temel sebeplerinden biridir. Buna karşın engellilik, öncelikle bireyden beklentiler ve bireyin bu beklentilere cevap verebilme imkânlarıdır. İmkân, engelsizlerin beklentilerine cevap verebilmek için engellilerin getirmeleri gereken “randımanı” (Grubitsch ve Weber, 1998) kastetmektedir.

Toplumun eğitim düzeyi sürekli arttığı halde, engellilerin yaşam koşullarında kayda değer olumlu değişimler olmamıştır. Sayıları sürekli arttığı halde, toplum yaşamına iştirak etmelerini sağlayacak önlemler kısıtlı bir düzeyde kalmıştır. Emile Durkheim’in “sosyal norm” olarak tanımladığı değerler, duygu ve isteklerin sonucunda otaya çıkar. Normlar, toplumsal istekleri dile getiren genel kurallardır. Bunlara “çoğunluğun” istekleri veya beklentileri de diyebiliriz. Belki de bu yüzden “uçamayanlar” için her türlü fedakârlık yapılırken, “yürüyemeyenlere” (Oliver, 1996) aynısı yapılmıyor.

Türkiye’de engellilere uygulanan bakım ve yardım hizmetleri, engellilerin bağımsız bir yaşam sürdürmelerine olanak tanımaktan ziyade , onları kurumlara bağımlı hale getirmektedir. Rehabilitasyonlar, tedaviler ve diğer tıbbi girişimler, engellileri öncelikle “engelsiz gibi” olmaya zorlamaktadır.

Engelliliğin önlenebilir olduğu düşüncesi toplumda giderek yaygınlaştığından, toplumun engelli insana bakışı da belirgin olumsuzlaşmıştır. Engelliler eğitim ve istihdam olanaklarından çok az yararlanabilmektedir. (Heiden, 1996; Thimm 1994).

Eğitim düzeyi yükseldikçe, bireylerin sosyal konumlarında değişim meydana geldiği, dolayısıyla beklentilerinin değişime uğradığı kabul edilebilir. Sosyal rollerin “beklenti demeti” (Henecka, 1985) oldukları hem psikologlar, hem de sosyologlar tarafından kabul edilir ve bunların ardındaki temel sebep ise algılardır (Hobmair, 1994; Eickelpasch, 2002).

Araştırmalar, eğitim düzeyiyle engellilerin toplumdan soyutlanma biçimlerinin değiştiğini göstermektedir. Değişime uğrayan sosyoekonomik koşullara bağlı olarak beklentilerde meydana gelen değişimler, yeni “sosyal ölüler” yaratarak, bunlardan biri olarak tanımlanan engellilerin soyutlanmasına (Neubert ve Cloerkes 2001) yol açmaktadır.   Engellilere öngörülen sosyal roller, zamanla engellilerin de bunları benimsemesine yol açmaktadır. Çünkü sadece bu şekilde bir engelli kendisini sosyal çevreye kabul ettirebiliyor ve saygın bir kimlik elde edebiliyor. Burada “öğrenilen çaresizlik” dediğimiz olguyla karşı karşıyayız. Bireyin sosyal konumu, saygınlığı ve statüsü ekonomik güvence ve eğitim düzeyine bağlı olduğundan (Eickelpasch 2002), bu faktörlerden yoksun olan bireyler, sosyal çevrenin değer vermediği ve dışladığı kimliklere dönüşebiliyor .

Şunu da unutmamak gerekiyor: Engellilerin de ortalama yaşam süresi engelsizlerde olduğu gibi uzuyor; aynıca engellilerin bir kısmı doğuştan, bir kısmı sonradan engelli oluyor. Dolayısıyla “engeliyle yaşlanan” ve “sonrdan engelli olanlar” arasında bir ayrım gerekli gibi görünüyor. Çünkü bu iki grubun yaşlanması ve yaşlılığı, şüphesiz birbirinden çok farklı olacaktır.

Engelli insan algısında meydana gelen değişim

Prof. Dr. İsmail Tufan Toplumun eğitim düzeyi yükseldikçe engellilik algısı nasıl değişiyor? Toplumu…

Yaşlanma ve İhtiyarlık

Prof. Dr. İsmail Tufan Yaşamak isteyenler yaşlanmak zorundadırlar. Günümüzün insanına bunu yeniden h…

Kategoriler: Kahve Köşesi